Emziren Annelerde Gaz Yapan Besinler

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Emziren annelerin çocukları büyüdüğünde; çocuklarının küçüklüğünde yine yaparım dediği şeylerin başında emzirme gelir. Yine de anneler sütünün yetip yetmediği konusunda hep endişelidir. Bebeğiniz haftada çok az, gram ile ölçülecek derecede kilo alıyorsa ve emzirmeyi de doğru yapıyorsanız sütünüz yetiyor demektir, çünkü bebeğinizin yeni doğduğunda midesi çok küçüktür. Yine de acaba sorusu varsa aklınızda, soru işaretinden kurtulmak için bir sağlık ocağına gidebilirsiniz.

Bazı anneler kilo almamak adına ve göğüslerinin sarkacağına inandıkları için bebeklerini emzirmekten kaçınırlar. Oysa bu hem kendileri hem de bebekleri açısından birçok olumsuz sonuçları da beraberinde getirmektedir. Böyle düşünen anneler unutmayın ki sizin ve bebeğinizin sağlığı fiziksel görünümden daha önemlidir. Bu arada tabii ki emzirmek isteyip de bazı sağlık sorunları yüzünden veya başka sebepler ile emziremeyen annelere bir sözümüz yok.

Emzirmek anne ile bebek arasındaki duygusal bağın güçlenmesini sağlayan önemli bir işlevdir. Anne sütünün bebeğe sayısız yararları olduğu gibi, emziren annenin de pek çok hastalıktan korunur. Bebeği birçok hastalığın yanı sıra özellikle; zatürre ve ishal, anneyi ise; yumurtalık ve meme kanserinden koruyan anne sütüdür. Anne sütünün bebeği ilerleyen yaşlarında damar sertliğine, obeziteye ve kolesterole karşı koruduğu da yapılan araştırmalarla bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Yine araştırmalara göre anne sütünü yeterli düzeyde alan bebeklerin ileri yaşamlarında daha başarılı ve aktif oldukları gözlenmiştir. Anne sütünün, anneye olan diğer bir faydası da, emzirme süresince annenin doğal olarak korunuyor olması, yani hamile kalma riskinin en az düzeye inmesi. Emziren annelerde kansızlık sorunu çok az görülür ve anne psikolojik olarak çok rahat hisseder. Çünkü doğum ile birlikte kendini yenilenmiş hisseden anne hormonal ve duygusal olarak da kendinde farklılıklar hisseder.

Anne sütünün bebeğinizin sağlığı ve bağışıklık sistemine olan güçlendirici etkisini bilmeyen yoktur. Ne var ki, gaz yapan yiyeceklerdeki azot, anne sütüyle bebeğe de geçtiği için annelerin yedikleri gıdalara çok dikkat etmesi gerekir. Bu yüzden anne sütünün faydaları yanında annenin yediği gıdalar sonucunda olumsuz etkileri de vardır. Bebeklerin genelde nedeni bilinemeyen, dördüncü aya kadar daha fazla görülen, akşam daha çok olmakla birlikte sıklıkla durmayan ağlamaları vardır. Bebeklerdeki gaz problemleri bebek ister anne sütü alsın isterse çeşitli nedenler yüzünden mama ile besleniyor olsun var olacaktır. Bazı bebeklere önlem de alsanız, yapacağınız hiçbir şey onların gaz problemlerini ortadan kaldırmıyor. Genellikle dördüncü aydan sonra kendiliğinden geçebilir, endişelenmeyin. Bu bir gelişim sürecidir.

Emzirme döneminde bünyeden bünyeye farklılıklar gösterse de genellikle bilinen gaz yapan besinler aşağıdaki gibidir:

Bazı Meyveler
Portakal, greyfurt, erik, kayısı, şeftali, armut gibi meyveler gaz yapımını artırır.

Bazı Sebzeler
Çiğ soğan, lahana, karnabahar, kabak gibi sebzelerin de gaz yapımını artırdığı bilinmektedir.

Gaz İçeren İçecekler
Soda, bira, mayalı gıdalar ve bunlar gibi diğer gazlı içecekleri fazlaca tüketmek gaz oluşumunu arttırır.

Diğer Yiyecekler
Bulgur pilavı, kuru fasulye, kızartılmış gıdalar, dondurma ve çok soğuk besinler gaz oluşumunu artıran faktörlerdir.

Kafein İçeren Yiyecek ve İçecekler
Kafein içeren içecekler, çikolata ve çay da hem gaz yapar hem de bebeklerde uykusuzluğa ve huzursuzluğa neden olur. Bu yüzden gaz yapacağını hissettiğiniz besinleri tüketmemenizde fayda vardır. Yani anne bebeğini emziriyorsa, kendisini gaz yapan yiyeceklerden uzak durmalıdır. Annedeki gaz problemini önleyebilmek için annenin yediklerine dikkat ettiği kadar ayaklarını da üşütmemeye dikkat etmesi gereklidir. Anne yediği bir gıdanın sonrasında bebeğin olumsuz etkilendiğini görüyorsa o gıdayı tüketmemeye de özen göstermeli; katkı maddesi içeren gıdalardan, inek sütünden uzak durmalıdır.

Anne rahatsız olabilir veya başka nedenlerle bebeğini emzirmek istemiyor olabilir. Bu gibi durumlarda anneyi zorlamak yerine bebeğin emdikçe hastalıklardan korunduğunu, annenin sütünün yettiğini ikna yoluyla anlatabilmek daha uygundur. Anne sütü bebeğe yarıyor sözü ikna edebilmenin en etkili cümlesidir. Sütün yarıyor cümlesi anneyi psikolojik olarak rahatlattığı için emzirmeyi kabul oranı arttığı yapılan araştırmalar ile doğrulanmıştır.

Bebeklerdeki ağlama, nöbetler şeklinde ise susturulamıyor ise bir doktora başvurup bu ağlamaların nedeni, gaz sancısından kaynaklanıyor ise bazı yöntemleri uygulamak uygun olacaktır. Gaz sancısı olan bebek genelde ayaklarını karnına doğru çeker, ayaklarını uzatmaya çalıştığınızda ağlar, karnını, kasıklarını masaj şeklinde ovulduğunda bundan hoşlanmaz ağlamaya başlar. Bebeğin gazının gitmesi için, emzirme sonrasında mutlaka gazını çıkarın ve gazının çıktığından emin olun. Emzirmeye devam edecekseniz gazını çıkardıktan sonra emzirmeye devam edin. Bebeğinizin ayaklarına ve karnına, bebeğinizi yakmayacak şekilde sıcak havlular ile sarabilirsiniz. Bebeği, karnının üzerine yatırıp sırtını ovabilirsiniz, kucağa alıp hareket etmek de bazen iyi gelir. Bebeğe çay kaşığı ile bir damla zeytinyağı da içirebilir, ayaklarının altına ve kasıklarına zeytinyağı ile ufak ve sakin hareketlerle masaj yapabilirsiniz. Bunlara rağmen ağlaması durmuyor gaz problemi devam ediyorsa, bebeğinizi bulunduğu ortamdan uzaklaştırmak da çözüm yollarından biridir. Gaz için kullanılan ilaçlar vardır, ancak büyük bir kısmının yan etkileri olduğu için kullanılması tavsiye edilmez. Kullanılması gerekli ise doktorunuza danışmanız en iyisidir.

Bebekleri emzirirken anne sütünün sadece miktarı bebeğin doyması için yeterli değildir, bunun yanında anne sütünün de kaliteli olması gerekir. Çünkü bebeğiniz uzun bir süre anne sütüyle beslenecektir. Gelişmesi ve büyümesi açısından, hastalıklara karşı bağışıklık sisteminin çalışması gerekir. Bu yüzden anne sütü hastalıklardan korunabilmesi için önemlidir. Anne sütünün kalitesi annenin yeterli ve dengeli beslenmesi demektir.

Her annenin süt kalitesi aynı değildir, bazılarının sütü daha yağlıdır, bu annenin hamilelik döneminde vücudun depoladığı yağlardır ve anne sütü oluşumun da kullanılır. Bebek kilo alıyorsa besleniyor demektir. Nadir de olsa çeşitli sebeplere bağlı olarak sütü artmayan anneler vardır, anne sütünü arttırmak için de bir takım öneriler ve uygulamalar vardır. Öncelikle, annenin bebeği memesinden sütü çekebilecek düzeyde tutuyor olması gerekir, yani bebeğinizin memenin ucunu tutuyor olmasından emin olunuz, o daha bebek ve anne sütünü içebilmesi için yardıma ihtiyacı var. Memenin ucunu, meme başı dahilindeki kahverengi halkaya kadar tutuyor olması gerekir, aksi halde emme işlemini bebeğiniz gerçekleştiremez. Doğum sonrası annelerin diyet yapmaması ve beslenmesine dikkat etmesi gerekir. Bunun yanında annenin bol sıvı tüketmesi gerekir. Bu sıvı su olduğu gibi; taze sıkılmış meyve suları, çorbalar, komposto veya ayran olabilir. Sıvı tüketimindeki artış anne sütünü de arttıracaktır. Annenin de enerjiye ihtiyacı olduğu için, bol miktarda ekmekli pirinç, patates gibi nişastalı yiyecekleri yemesi enerji depolaması için gereklidir. Bebekleriniz nasıl ki sık sık karnını doyurma ihtiyacı duyuyorsa, annenin de sık sık yemesi, yeterli derecede kalori alması gerekir. Çünkü anneler emzirme dönemlerinde günde beş yüz kaloriye yakın fazladan enerji tüketirler.

Her ne kadar annenin yemesi ve uzak durması gereken gıdalardan bahsetsek de, yemesi gerekenleri abartmaması gerekir. Yememesi gerekenleri ise sürekli olmamak kaydıyla çok nadir de olsa tadımlık anlamında tüketmesinde fayda da olabilir. Ancak hem annede hem de bebekte alerjik bir rahatsızlık söz konusu olduğunda, o zaman alerjiye sebep olan gıdalardan uzak durmak en doğru olan davranış şeklidir.

Prematüre Bebekler

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Bebeklerin prematüre olarak kabul edilebilmesi için otuz yedinci haftanın altında doğması gerekir. Prematüre bebekler doğdukları hafta olarak üç grupta toplanır. İleri derecede olarak adlandırılan prematüre bebekler yirmi dört ile otuz bir haftalık olarak doğarlar. Orta derecede denilen prematüre bebekler ise otuz iki haftalık ile otuz altı hafta arası doğan bebeklerdir. Sınırda kabul edilen prematüre bebekler de otuz yedi haftalık doğan bebekler olarak adlandırırlar.

Prematüre bebekler, çok az kilo ile doğdukları için özel bakıma ihtiyaçları vardır. Anne karnında geçirmeleri gereken süreyi dışarıda geçirmeleri bebekler için oldukça zorlu bir süreçtir ve süreyi yoğun bakım odalarında tamamlamak zorunda kalmalarıdır. Erken doğan bebeğin derisinin rengi kırmızıdır. Derisinin altındaki yağ dokusu erken doğduğundan gelişmediği için derisi buruşuktur, kulakları küçük ve yumuşak olduğu için kulaklarının üzerine yatırılmaması gerekir. Nefes alış verişi zayıf, ağlaması ise hem tiz hem de duyulamayacak kadar azdır ses olarak. Başı bedeninden büyük görülebilir, ne kadar erken doğduysa başı o kadar büyüktür genellikle ileri derecede prematüre olarak doğan bebekleri buna örnek verebiliriz ve vücut ağırlıkları genelde iki yüz elli gramın altındadır.

Prematüre bebeğin derisi çok incedir ve damarlarını görebilirsiniz, hassas deriye sahip olan bebeğinizin cilt bakımını da dikkatli yapmalısınız.

Erken Doğum Nedenleri
Erken doğumların birçoğunda şu yüzden erken doğum oldu denilebilecek neden yoktur, ne var ki bazen erken doğum riskini arttıran sebepler vardır. Bunlar enfeksiyonlara bağlı rahatsızlıklar, özellikle idrar yolu enfeksiyonudur, plesanta ile ilgili normal olmayan durumlar, annenin çok genç yaşta olması, uyuşturucu kullanıyor olması, üreme teknikleriyle ilgili olan hamileliklerde (çocuk sahibi olabilmek için tedavi gören annelerde), annenin yaşının kırkın üzerinde olması veya on sekizin altında olması, annenin çok zayıf ve kansızlık problemi olması, amniyon sıvının az veya çok olması, hamilelikte yüksek tansiyon olması, aşırıya kaçan fiziksel aktiviteler gibi birtakım sebepler sayılabilir. Stres de faktörlerden biri olabilir. Ama erken doğumlarda sebep kesinlikle şudur denemez. Sadece erken doğuma sebebiyet verecek risk faktörleridir.

Erken doğum olayını önlemek için, erken doğum tehdidi altında bulunan annenin hastahanede serum, gerekirse sancı azaltıcı ilaçlar ile tedavisine başlanır, sancıların durması halinde anne eve gönderilir ancak çok fazla yorulmaması, fazla ayakta durmaması, genelde yatak istirahati halinde olması, susuz kalmaması gerekir. Doktorların eve tedavi için gönderdikleri anneye verdikleri erken doğumu önleyici ilaçlarını aksatmadan kullanmaları gerekir.

Erken Doğum Öncesi Sorunlar Nelerdir?
Annenin çeşitli nedenlerle erken doğum riski varsa veya erken doğum olacağı biliniyorsa, anne karnındaki bebeğinizin akciğerlerinin gelişimini hızlandırmak için kadın doğum doktorunuz, size bir tedavi uygulayacaktır. Ancak bu tedavi tamamıyla bebeğinizin ciğerlerinin gelişimi için yeterli olmayacaktır. Anne karnında başlayan bu tedavi sonunda, bebeğinizin erken doğduğunda yoğun bakım tedavilerinden korunmasını sağlayabilirsiniz.

Erken Doğum Sonrası Sorunlar Nelerdir?
Prematüre bebeğin doğum kilosu ne kadar az ise bakımı da o kadar zordur, yoğun bakımdan çıkan bebeğinizin evde geçireceği sürede hem dikkat edilmesi gereken konular hem de baş edilmesi gereken sorunlar vardır.

Prematüre bebeklerin gelişimi normal doğan bebeklere göre daha geçtir. Oturması, yürümesi, başını tutabilmesi, anlaması uzun zaman alabilir. Erken doğan bebeklerin işitme problemi bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Kas gelişimi yavaş olduğu için elleri ve ayaklarıyla yapması gereken tutma, yürüme işlevleri de gecikecektir. Taşıyabileceği bir nesneyi yerinden alıp başka bir yere götürmede zorlanacaktır. Yürümesinde problemler olabilir, ancak bu problem fizik tedavi ve egzersizlerle zaman alsa da aşılabilecek bir durumdur.

Otuz ikinci haftadan önce doğan prematüre bebekler solunum cihazına bağlanmışsa aile bir süre evde de bu solunum cihazını yani oksijen tüpünü kullanmak zorunda kalabilir, akciğer yetersizliğine bağlı olarak yaşanan pek çok hastalıkların sonucunda bebeğinizin virüslere bağlı olarak yaşayacağı sıkıntıları önlemek adına hijyene çok fazla dikkat etmeniz gerekir. Erken doğan bebeğiniz için bir başka risk uzun süre yüksek miktarda aldığı oksijene bağlı olarak yaşayacağı göz sorunlardır.

Bunların dışında, erken doğan bebeklerde görülebilecek birtakım sorunlar da vardır. Bunlardan bir tanesi apne diye adlandırılan ve otuz yedi haftadan önce doğan bebeklerde solunumun yirmi saniyeden fazla durmasıdır. Anemi, testler için sürekli kan alımı ve demir eksikliği nedeniyle gelişen kansızlık. Erken doğan bebeğin birçok gelişimi tamamlayamadığı gibi vücut için gerekli olan, yeterli miktarda yağ oranına sahip olamayan bebeğin hipoglisemi denilen vücudundaki yağ yetersizliği. Erken doğan bebeklerde sarılık da bir risk olarak görülebilir. Otuz dört haftadan önce doğan bebeklerde akciğerlerinin gelişememiş olmasından kaynaklanan solunum yetmezliği olabilir, genellikle doğduktan dört beş saat içinde görülür. Prematüre bebeklerde görülen bir başka sorun da bağışıklık sisteminin de gelişememesinden kaynaklanan enfeksiyon kapma oranının yüksek olması. Hastahanede uzun süre kalma, beslenme düzensizliği ve yapılan tedaviler de enfeksiyonu tetikleyen durumlardır.

Prematüre Bebeğin Bakımı Nasıl Olur?
Bebeğiniz prematüre olarak doğduysa genellikle iki yıl gibi bir süre özel bakıma ihtiyaç duyar. Bebeğinizin nefes alış verişi sürekli kontrol etmeli, her dokunmadan sonra eller yıkanmalı, bebeğiniz için kullanılan tüm malzemelerin hijyenine dikkat edilmeli, bebeğiniz prematüre doğduğu için derisi kuru olması nedeni ile cildi ılık su ile temizlenmeli, gerektiği ölçüde cildi yağlanmalı, bebeğinizin yatış konumunu iki üç saatte bir değiştirmelisiniz. Oksijen verilmesi gerekiyorsa bebeğe değil ortama uygulanmalıdır. Normal doğan bebeklerden daha fazla üşüyeceği için ortamın ve bebeğinizin vücudunun sıcak tutulmasına özen göstermelisiniz. Anne ile tensel temas bebeğinizin vücut ısısının korunması için oldukça önemlidir. Tensel temasta daha önemli olan duygusal bağın sağlanıyor olmasıdır. Böylece bebeğiniz sevginizi hissettiğinde toparlanması daha çabuk olur ve yaşamla mücadele etmesi bir o kadar kolaylaşır.

Bu sayılanlar çok büyük sorunlar olarak görülüyor ise de günümüzde ki modern tıp ve teknolojinin birlikte çalışmasıyla sayılan riskler en aza indirgenebiliyor veya bazı durumlarda tamamen ortadan kalkabiliyor. Bu zorlu süreçte ailenin sabrının sınırları zorlanabilir, ümitsizliğe düştükleri zamanlar olabilir. Ancak sabırlı, kararlı ve sevgiyle yaklaşmanın sonucundaki huzur tamamen sağlığına kavuşmuş bebeğinizi gülümserken görmektir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, prematüre doğan bütün bebeklerde birtakım sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar bazı bebeklerde kısa zamanda belirtiler gösterirken bazı bebeklerde ise bir zaman sonra ortaya çıkan sorunlardır. Çünkü bebeğin anne karnındaki gelişimleri tam anlamıyla tamamlanmadığı için sorunların bir kısmı aylar sonra bile ortaya çıkabilmektedir.

Kısa zaman içinde çıkan sorunlardan en önemlisi solunum sistemleri gelişmemesidir. Yani vücuda yeterli derecede oksijen alamayan bebeklerde nefes alma verme problemleri, -bu problem özellikle otuz beşinci haftadan önce doğan bebeklerde kısa süreli solunum durmasına yol açar- kan basıncına dayanamayan bazı organlarda yırtılma veya çatlama olabildiği gibi kalpte de sorunlara yol açar, yine beyne yeterli derecede oksijen gitmediği için yirmi sekiz aydan önce doğan bebeklerde beyin kanamaları olabilmektedir. Vücuttaki yağ depolama sistemi de gelişmediğinden, bebeğin vücudu kolay kolay ısınamaz ve vücut ısısı belli bir derecenin altına indiğinde hipotermi adı verilen solunumun ve kan şekeri seviyesinin düşmesine neden olur, sindirim sistemlerinde gelişmediğinden bağırsak problemleri, bunlardan başka sarılık ve kansızlık, metabolizma ile ilgili sorunlar, bağışıklık sisteminin yetersizliğinden enfeksiyon bulaşma riskleri olabilir.

Uzun zaman sonra ortaya çıkan olabilir sorunlar ise, beyne giden oksijenin yetersiz olması ve zayıf kan dolaşımı nedeniyle beyin felci, geç algılama ihtimalleri, görme sorunları, davranış bozuklukları sayılabilir. Okul çağına gelen çocuklarda ilk okula başladıklarında adaptasyon ve başarısızlık görülebilir. Bunlardan başka erişkinlik dönemlerinde şeker ve kalp riskleri de sayılabilmektedir.

Okullardaki Bulaşıcı Hastalıklar

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Yeni dönemde okulların açılması ile birlikte anne ve babaların en büyük kabusu olan çocuklarına bulaşan birtakım hastalıklardır. Anne ve babalar için okul çocuklarını güvenle emanet edebilecekleri bir yuvadır ve çocuğun aileden sonra sosyalleştiği, topluma girdiği ilk yerdir. Çocukların aile ortamından ilk defa ayrılması durumunda çocuklarda birtakım ruhsal ya da sosyal sorunlar yaşanmaktadır, çocukların bu tür sorunlar yaşadığı dönemde onların desteklenmesi ve onlara daha yakın bir ilgi gösterilmesi gerekmektedir. Çocuklar için okul, onların sosyal aktivitelere katılabileceği ve sağlık gibi önemli bir alanda birtakım alışkanlıkların kazanabileceği bir yerdir. Okullarda havaların soğuması ve çocuğun aile ortamından sonra yeni, kalabalık bir ortama girmesi çocuklarda hastalık çıkarabilir. Okul, sınıf gibi kalabalık ortamlarda belirli bir süre geçiren çocukların bağışıklık sistemi, yetişkinler kadar güçlü bir şekilde gelişmediği için çocuklar çok sık bir şekilde hasta olmaktadır. Çocuklar kendi evlerinde çok hijyen bir şekilde yaşadıkları için, okul gibi kalabalık bir ortama girdiklerinde ve sınıf gibi kalabalık bir ortama girdiklerinde çok çabuk bir şekilde hasta olabilir. Eğer çocuğun sınıfında hastalık virüsü taşıyan bir çocuk varsa, diğer çocukların da hasta olma ihtimali çok yüksektir. Çünkü hastalık virüsü taşıyan çocuğun bir kere bile hapşırması, hastalığın sınıf ortamında yayılmasına neden olmaktadır. Bu nedenle hastalık virüsü birçok çocuğa bulaşmış olmaktadır. Okullarda aynı zamanda kanama, bayılma, zehirlenme, karın ağrısı gibi rahatsızlıklar da görülmektedir. Bulaşıcı hastalıklara karşı öğretmenlerin çocukları mutlaka bilgilendirmeleri gerekmektedir. Eğer sınıfta hasta olan bir çocuk varsa onun hastalığı bitinceye kadar dinlenmesi gerekir ve bunun için hastalığı bitinceye, kendisini iyi hissedinceye kadar ailesinin okula göndermemesi gerekmektedir.

İnsan vücudunu mikroplara, bakterilere karşı koruyan bağışıklık sisteminin güçlü olması çok önemli bir durumdur. İnsan vücudu ancak bağışıklık sisteminin güçlü olması durumunda mikroplara karşı çok güçlü bir şekilde korunur. Eğer mikroplar ya da bakteriler insan vücuduna bir şekilde girerse, bağışıklık sistemi bu sefer mikropları girdiği noktada yok etmeye çalışır. Bağışıklık sistemi mikropların girdiği noktada mikropları yok etmede başarılı olamaz ise, mikropların insan vücuduna daha çok yayılmasını önleyerek insan vücudunun sadece sınırlı bir bölgesinin enfeksiyonda kalmasına yardımcı olur. İnsan vücudunda bulunan bağışıklık sistemi, insanı ömrü boyunca hastalıklara karşı daima korumaktadır. İnsan vücudunda bulunan bağışıklık sisteminin işlevini akyuvarlar, dalak, timus, lenf bezleri ve kemik iliği gibi birçok organın sağlıklı, güçlü bir şekilde çalışması yerine getirir. Bağışıklık sisteminin güçlenmesi için ilk olarak anne sütü ile beslenme başta olmak üzere, çocukların gelişim çağında daha önceden geçirmiş olduğu hastalıklar ve uygulanan aşılar büyük, etkili bir rolü oynar. Bu nedenle çocukların gelişim çağında enfeksiyonel hastalıklar çok daha sık ortaya çıkar. İnsan vücudunda bulunan bağışıklık sistemi kötü beslenme, uykusuzluk, aşırı stres, olumsuz hava şartları ve yorgunluk gibi durumlarda yavaş yavaş zayıflamaktadır.

Okullarda Bulaşıcı Hastalıklar Nelerdir?
Okulların açılması ile birlikte ve aynı zamanda havaların da soğuması ile okullarda çok sık görülen bulaşıcı hastalıklar da ortaya çıkmaya başlar. Okulların açılması ile birlikte milyonlarca çocuğun en büyük tehlikesi bulaşıcı hastalıklardır. Yeni öğretim hayatının başlaması ile birlikte birtakım bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmaktadır ve bu hastalıklar Hepatit A yani sarılık, grip, bağırsak solucanları, kabakulak ve uyuz vb. gibidir. Çocukların çok basit yöntemler ile birlikte bu tür bulaşıcı hastalıklardan korunması çok kolaydır. Özellikle okul hayatına ilk defa adım atmış olan çocukların, hiçbir koruyucu jelatini, ambalajı olmayan ve açıkta satılan yiyeceklerin tüketmemesi gerekmektedir. Çocukların yemek saatinden önce ve sonra ellerinin yıkanması, aynı zamanda tuvaletten sonra da ellerinin sabunla yıkanması bu tür hastalıkların bulaşmasını önlemede çok başarılı tedbirler arasında yer almaktadır. Okul gibi kalabalık ortamlarda bulunan çocuklar çok daha sık bir şekilde bulaşıcı hastalığa yakalanmaktadır. Çünkü çocukların bağışıklık sistemi bir yetişkinin bağışıklık sistemine göre daha az gelişmiştir. Çocuklar her gün sınıf gibi kalabalık bir ortamda altı ya da sekiz saat boyunca bir arada eğitim görmektedirler, bu nedenle uzun süre bir arada kalan çocukların bulaşıcı bir hastalığa yakalanma ihtimali çok yüksek olmaktadır. Sağlıklı olan çocuklar derslerinde çok daha fazla başarılı olmaktadır. Bu nedenle çocukların hasta olmasını engellemek için birtakım önlemler alınmalıdır. Çocukların okulda bulaşan birtakım hastalıklar bulunmaktadır. Bu bulaşıcı hastalıklar şunlardır.

Kızamık
Özel bir virüs ile ortaya çıkan ve aynı zamanda bulaşıcı olan bir çocuk hastalığı olarak bilinmektedir. Yetişkin bir insan hayatında sadece bir kere kızamık hastalığı geçirir, eğer çocukluğunda kızamık geçirmeyen bir birey varsa, yaşlılığında geçirme ihtimali çok yüksek olmaktadır. Kızamık özellikle sonbaharda okulların açılması ile artış göstermektedir. Kış aylarında özellikle Mart ve Nisan’da da kızamık hastalığı ortaya çıkmaktadır. Yaz aylarında hiç rastlanan bir hastalık değildir. Kızamık sağlıklı bir insana, hasta olan insanın tükürük damlacıkları, öksürüğü ya da konuşması ile bulaşmaktadır. Çok iyi bir şekilde havalandırılan ve aynı zamanda güneş alan bir alanda kızamığın bulaşma ihtimali bulunmamaktadır. Hastanın kullanmış olduğu oyuncak, çamaşır, bardak, çatal, kaşık gibi bir şekilde bulaşma ihtimali bulunmamaktadır. Kızamığın belirtileri, hafif titreme ve ateşin çıkması ile başlamaktadır, aynı zamanda kızamık olan çocukta bir nezle hali bulunmaktadır. Kızamık hastalığı olan çocuğun gözleri kızarmıştır, ışığa bakmakta çok zorlanır, bademcikleri şişer ve öksürük bulunur. Çocuğun cildinde kırmızı lekeler oluşmaktadır. Hastalık zamanında oluşan kırmızı lekeler beş ya da yedi gün içerisinde kaybolmaktadır.

Grip
Gribal enfeksiyon hastalıklarından biri olan grip, özellikle soğuk kış aylarında ya da mevsim değişikliği gibi durumlarda ortaya çıkar. Çocukların ise okula başlaması ile kalabalık bir ortamda bulaşma ihtimali çok daha fazladır. Çocuklar okula başlamadan önce oldukça hijyenik bir evde yaşar, okula başladıklarında ise daha çok mikrobik bir ortama geçiş yapar. Çocukların bu ani ortam değişikliği ve bağışıklık sisteminin çok gelişmemesi sebebi ile grip ortaya çıkmaktadır. Okul gibi kalabalık bir ortamda bir çocuğun grip olması onunla birlikte birçok çocuğun grip olması anlamına gelmektedir. Çünkü gripli olan bir çocuğun hapşırması ile gribal mikroplar havaya yayılır ve bağışıklık sistemi güçsüz olan çocuklara çok rahat bir şekilde bulaşır. Gribin birtakım belirtileri bulunmaktadır. Bu belirtiler, burun akıntısı, hapşırık, burun içinde ortaya çıkan kaşınmalar, halsizlik, yorgunluk, ateş, terleme ve boğazda meydana gelen ağrı gibidir.

Kabakulak
Genellikle kulak altı başlangıç noktası olan bu hastalık tükürük bezlerinde ortaya çıkan ağrılı büyüme şeklinde olan bulaşıcı bir virüs hastalığıdır. Kabakulak okul çağında olan çocuklarda çok sık görülmektedir ve doğrudan temas yolu ile bulaşıcı olmaktadır. Kabakulak virüsü genellikle insan vücuduna ağızdan girer ve aynı zamanda tükürük bezlerinde şişme ortaya çıkmadan önce bir ya da altı gün boyunca tükürükte virüs bulunur. Tükürük bezleri şiş olduğu sürece beş ya da dokuz gün virüs bulunur. Kabakulak kızamık ya da suçiçeği kadar bulaşıcı özelliğe sahip olan bir hastalık değildir. Kış sonunda ya da ilkbaharda çok sık bir şekilde çocuklarda görülmektedir. Hastalık her yaşta görülse de genellikle beş ya da on yaşındaki çocuklarda daha sık ortaya çıkmaktadır. Orta ya da yüksek şiddetli bir hastalık yaşanıyorsa, birtakım belirtileri bulunmaktadır. Bu belirtiler, yüksek ateş, baş ağrısı, kas ağrıları, iştah kaybı, yorgunluk ve kulak altında ortaya çıkan şişliklerdir. Çocuklarda çok sık bir şekilde görülen kabakulak aşılama yöntemi ile önlenebilmektedir. Kabakulak hastalığına sahip olan çocukların hastalık süresi boyunca okula gönderilmemesi gerekmektedir. Çünkü kabakulak damlacık yolu ile bulaşmaktadır.

Suçiçeği
Suçiçeği hastalığı genellikle çocuklarda çok sık görülen hastalıklardan biridir. Suçiçeği hastalığı ağır belirtileri bulunmayan ve aynı zamanda virüs özelliği olan bulaşıcı bir hastalıktır. Suçiçeği hastalığının ortaya çıkmasına neden olan varicella-zoster adlı bir virüstür. Varicella-zoster adlı virüs suçiçeği ve zona hastalıklarının oluşmasına neden olmaktadır. Suçiçeği, bu virüsün birinci enfeksiyonu olma özelliğine sahiptir ve aynı zamanda çocukluk çağı hastalığıdır. Zona hastalığı daha önceki dönemlerde suçiçeği hastalığını geçirmiş olan çocukların yetişkinlik ya da ihtiyarlık zamanlarında ortaya çıkan bir hastalıktır. Suçiçeğinin bulaşıcılık süresi döküntüler başlamadan bir ya da iki gün önce başlamaktadır. Bu döküntüler kabuklanana kadar devam etmektedir. Bu döküntüler ise direkt temasla bulaşmaktadır.

Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma Yolları
Çocukların okula başlamadan önce mutlaka genel bir muayeneden geçirilmesi gerekmektedir. Okullarda her öğrencinin sağlık dosyasının bulunması gerekir. Bu sağlık dosyalarında çocuklarda olan mevcut hastalıklar, birtakım hastalıklara yatkınlığı bulunan özellikler, öğretim yılı içerisinde ortaya çıkan sağlık sorunları ve uygulanan tedaviler gibi özellikler bulunmalıdır. Okullarda belirli bir zaman aralığında sağlık taramalarının yapılması gerekmektedir. Bu sağlık taraması görme, işitme, bulaşıcı hastalıkların bilinmesi ve erken teşhis konulabilmesi açısından çok yararlı bir uygulamadır. Bulaşıcı hastalık teşhisi konulan çocukların hastalıkları geçinceye kadar okula gönderilmemesi gerekmektedir. Okullarda bulaşıcı hastalığı önleme yöntemi olan aşılar periyodik olarak uygulanmalıdır.

Doğayla İçiçe Büyüyen Çocuklar

Gönderildiği yer: Outdoor | 0

Bilgi Kozası Anaokulu’ndan Esra Hanım’ın bir yazısını paylaşıyoruz bugün. Kendisinin değerli tespitlerini çocuklarımızı neden doğayla içiçe büyütmek için çırpındığımızı gayet net bir şekilde anlatıyor. İşte o yazısıyla Esra Gür Demirbaş;

Daha üniversitedeyken küçük çocuklarla çalışmaya karar verdim, meslek seçimimi de bu yönde yaptım. Pedagoji eğitiminden sonra kısa süre ilkokulda rehberlik yapıp, uzun süre evim olacak ve hala olan anaokuluma geldim. Yüzlerce çocukla tanışma, hayatına dokunma fırsatım oldu.

Bizim jenerasyon anne-babalar, çoğunlukla sokakta oyun oynayarak büyüyen bir nesildik. Şimdi maalesef kendi çocuklarımızın sokakta yaşıtları ile oyun oynamasına izin veremiyoruz. Malum bir sürü sebepten dolayı dört duvar arasına hapsolmaktan, dışarıda oyun oynamanın önemini unuttuk maalesef… Durum böyle olunca benim için çocukların bahçede, doğada olması daha mühim oldu. Okulda her hava koşulunda mutlaka günde bir saati bahçede geçiriyorduk ama bunun daha ilerisi ne olur diye araştırınca, doğada eğitim üzerine yoğunlaştım. Aldığım eğitimlerle birlikte her hafta çocukları ormana götürmeye, orada zaman geçirmeye, çocuklara eğitimimizi orada da vermeye başladık.

Orman deyince hemen önümüze çıkan ağaçlık yeri seçmedik tabi. Önceden risk analizleri yapılmış olan aynı alana götürdük çocukları hep. Böylelikle çocuklar hep aynı yerde doğayı deneyimledikleri için kendilerini güvende hissederken, bulundukları yeri bir sınıf gibi görmeye başladılar. Tıpkı okuldaki sınıflarını benimsemeleri gibi, gittikleri bölgede de kendilerini oraya ait hissettiler. Mevsimler geçtikçe doğadaki değişimi fark etmeye başladılar.

Bazen onları şaşırtmak, heyecanlandırmak için yine tabi ki bizim daha önceden bildiğimiz orman yollarına saptık, yeni yerler keşfetmelerine izin verdik. Çocuklar yaşları itibariyle zaten çok meraklılar. Doğal yaşamının içinde keşfe çıkan, elleyen, dokunan, soran, araştıran çocuk, tahmininizden çok daha fazla deneyim ediniyor. Yaklaşık bir senedir çocukları düzenli olarak ormana götüren bir eğitimci olarak neler mi gözlemliyorum?

Çözüm bulma yeteneği ve kendine güvenin artması

Orman tabi ki sokaklar, caddeler gibi dümdüz değil. Çukurlar, yükseltiler var. Çocuklar o kadar alışıklarki dümdüz yollarda yürümeye… Ormanda koşmaya başlayınca devrilir oldular. Baktılar kaldıran yok, elini tutan yok, yolu gösteren yok, mecbur kendi sorununu kendi çözme yolunu buldular. Mesela devamlı düşen bir çocuğumuz dal ile kendine yol açıp, düşmeme yöntemini keşfetti. Ormanda düşmemek, oyun oynamak, gezmek için kendi yöntemlerini buldukça kendilerine güvenleri arttı.

Çevrelerindeki her şeyi bir oyun ya da oyuncağa dönüştürmeleri

Durmadan oyuncak aldığımız, yeni oyuncak istemekten hiç vazgeçmeyen çocuklarımız aslında çevrelerinde hiç oyuncak olmadığında yaratıcılıklarıyla kendi oyun ortamlarını yaratabiliyorlar. Hele doğadaysanız çocuğun ayrıca oyuncağa ihtiyacı olmuyor. İki dal ve bir kütükle neler yapılabileceğine, küçük bir su birikintisinin kocaman bir deniz olabildiğine, taşları üst üste koyup nasıl sahne yapılabildiğine ve daha yüzlerce birbirine benzemeyen oyunun üretilmesine şahit oldum. Çocukların hiçbiri oyuncak aramadı ormandayken.

Anı yaşama ve farkındalık seviyesinin artması

Bir sınıf dolusu yerinde duramayan çocuğun bir kuşun sesini dinlemek için sessiz kalabilmesini; yaprakların üzerine düşen çiğ tanelerini uzun uzun izlemelerini ya da hayatında ilk defa elleriyle kuş besleyen çocukların heyecanını görmeniz lazım. Mevsim değişimlerini her hafta gittiğimizde farketmeleri ve değişimin nasıl olduğunu takip etmeleri her ormana gittiğimiz giderek daha da arttı. Hatta daha önce bizim bile dikkat etmediğimiz küçük detayları onlar farkeder oldu.

Doğaya, arkadaşına ve hayvanlara saygı ve sevgi gösterme

Her orman sabahında gökyüzünü, ağaçları, bulutları, ormandaki hayvanları selamlamayı, ormanda rahat yol alabilsin diye sonbahar yapraklarını bir solucanın önünden çekmeyi, ağaç gövdelerine “arkadaşım” diye sarılmayı, fırtınadan dalı kırılmış bir ağaca “geçmiş olsun” demeyi kısacası doğanın bize verdiklerini ondan isterken izin almayı keşfettiler. Bir ağaç dalını tek başına taşıyamadıklarında birbirleriyle beraber çalışıp, dayanışmayla neler başarabileceklerini gördüler. Çocukların doğaya, doğanın çocuklara ihtiyacı olduğunu gördüler.

Her hava koşulunda eğlence

Soğuk, yağmurlu havada dışarı çıkmaya üşenmek ya da “aman hastalanır” diye endişelenmek biz büyüklerin “hüsnü kuruntusu”. Çocuklar her havada oyun oynayabiliyor. Kırağı düşmüş yaprakların çıkardığı sese heyecanlanıp ilk ben basacağım diye koşuyorlar ya da küçük bir rampanın yağmurdan çamur olmuş toprağından kaydırak yapıyorlar. Üşümemek için hareket etmenin önemini inanın onlar bizden çok daha iyi biliyor. Sıcak havalarda sineklerin dansını izlemeyi de onlardan öğrendim. Yağmur ya da kara uygun kıyafetlerle çamurda oynayabileceklerini söylediğimizde gözlerindeki parlaklık ve sevinç ise paha biçilmez.

 

1 2 3 4 5 20